SELANİK; 19 MAYIS'TA ATAMIZIN DOĞDUĞU EVDEYİZ


Gezi Tarihi : 18 Mayıs 2014

Bitola – Selanik yolculuğumuz sırasında rehberimiz yine bir yemek organizasyonu satıyor kişi başı 50 Euro’ya. Bizse Tripadvisor araştırmalarımız sonucu bulduğumuz bir restoranı telefonla arayıp, akşam 22:30 için 3 kişilik yer ayırtıyoruz. Selanik’e vardığımızda önce yemeğe gidecek grubu mekana yakın bir yerde bırakıyor, yine otobüsle Vergina adındaki otelimize geçiyoruz. Selanik’in en güzel restoranlarının bulunduğu ve gece hayatının yaşandığı bölge olan Ladadika’ya çok yakın, yürüyerek 10 dakikalık mesafede. Oldukça popüler bir bölgeye yakın olması bizim için büyük avantaj, en azından otobüse bağlı olmayacağız. Oteli Booking.com üzerinden incelemek için buraya tıklamanız yeterli.



Otobüste kalan ekiple birlikte, otele kayıt yaptırmak için beklemeye başlıyoruz, biz yine en sonlardayız. Otelin tek kötü yani, çok küçük olan 2 asansörü olmasıydı ki bunlardan biri sürekli meşgul yandığı için tek asansörle onca insanın yukarı çıkması çok uzun sürdü. Valizleri odalara çıkartıp kıyafetlerimizi değiştirdikten sonra aşağıda buluşuyoruz Emre’yle. Telefonun haritasını kullanarak rezervasyon yaptırdığımız restoranı aramaya başlıyoruz. Arada biraz umudumuzu yitirsek de, tahminimizden biraz daha uzunca bir süre yürüyerek, yaklaşık 20 dk için aradığımız noktaya ulaşıyoruz. Saat 22:30 civarı ve hemen hemen tüm masalar dolu. Canlı müzik başlamış bile. Bir garsona rezervasyonumuz olduğunu söylüyoruz, o da bize çok geç kaldığımızı, kalabalık olduğu için servis konusunda sıkıntı yaşayacağını söylüyor. “Ama bizim rezervasyonumuz zaten bu saat içindi?” diyorum, “hıııı siz Senem misiniz? O zaman buyurun” diyorlar, aksanlı da olsa adımı söylediklerini anlıyorum. Gayet kısa sürede sipariş alıp servise başlıyorlar. Restoranın adı 1901, bulunduğu sokağın adıymış. Tripadvisor’da çok övülmüş, en üst sıraya yerleşmiş de olsa, önceki Yunanistan taverna tecrübelerime dayanarak, şimdiye kadar yediklerimin içinde en vasatı seçiyorum bu tavernayı. Çok sevdiğim ahtapotu sakız gibi çiğnemekten yorulup, yeme çabalarımdan vazgeçiyorum. Ama ortam harika. Sokağın üzerindeki masamızda hem geleni geçeni izliyor, hem çalan müziğe eşlik edebiliyor hem de birbirimizi rahatça duyarak muhabbet edebiliyoruz. Diğer tüm Yunanistan seyahatlerimizde olduğu gibi Selanik’te de çatlayana kadar yeme ve içmeye 3 kişi 58 Euro verip kalkıyoruz. Restoranın Tripadvisor'daki yorumlarına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz

Bir müddet sonra şarkılar tanıdık bir hal almaya başlıyor, önce melodisi tanıdık gelen şarkının sözleri de tanıdık gelmeye başlıyor. Bizden bir şeyler çalmaya başladıklarını farkediyoruz. İçerideki Türk grup coştukça coşuyor.

Yemekten sonra, bekar ve aksiyonsever arkadaşımız Emre’nin, daha önce gözüne kestirdiği Dogs Bar’a giriyoruz. Çok büyük olmayan ama ferah bir mekan, içeride sigara içiliyor olmasına rağmen bunaltmıyor. Barın sonunda bir yere konuşlanıyoruz. Biz dahil olmazsak, yaş ortalaması 16-18 aralığında. Teenage demeye bile dilim varmayacak çocuklar var etrafta, kızlar aşırı süslü ve dekolte giyinmişler. Hepsi çok eğleniyor gibi yapıyorlar ama gözleri ya aynadan kendilerine ya da etraftakilere bakıyor. Müzikler gayet başarılı, birer bira alıp biz de eğlenceyi ucundan yakalıyoruz. Yarım saat durmayı planladığımız mekandan 1,5 saat sonra çıkıyoruz. Otele vardığımızda saat sabah 3’e geliyor.

Sabah 7 gibi kan çanağı gibi kırmızı gözlerle uyanıp kahvaltıya iniyoruz. Kahvaltı hem bol çeşitli hem de lezzetli. Yanıma pandispanya ve kek alıyorum yolda yeriz diye.

İlk durağımız Aziz (Agios) Dimitrios Kilisesi. Burada yaklaşık 15-20 dakika geçirdikten sonra Selanik’i gezmeye devam ediyoruz. İkinci durağımız da Atatürk’ün doğduğu ev oluyor, kiliseye çok yakın bir mesafede. Kapıda bir hayli uzun ve kalabalık bir sıra var, beklemeye başlıyoruz. Bu arada hemen karşıdaki hediyelik eşyacılardan magnet, yanındaki kafelerden ise kahve alıp oyalanmaya çalışıyoruz. Ziyaretçileri içeri grup grup alıyorlar, yaklaşık 45 dk bekledikten sonra sıra bize geliyor. Kapıdaki tabeladan, Atamızın doğduğu evin, Pazar ve Pazartesi ve hariç 10:00-17:00 saatleri arasında ziyaretçilere açık olduğunu öğreniyoruz. Giriş üst kattaki kapıdan, çıkış alttaki kapıdan yapılıyor.


AZİZ DİMİTRİOS KİLİSESİ

Fazla detay vermeyeceğim ama burası benim için tam bir hayal kırıklığı diyebilirim. Evi dışarıdan görmek çok duygulandırıyor ama içinde sergilenenleri, daha doğrusu neredeyse hiçbir şeyin sergilenmediğini boş denebilecek evi görünce üzülüyorum. Atatürk’ün balmumundan heykeli önünde fotoğraf çektirip çıkıyoruz.



ATAMIZIN DOĞDUĞU EV


EVİN İÇİNDE SERGİLENEN SINIRLI SAYIDA EŞYALARDAN BİRKAÇI


ATAMIZIN GÖZLERİNİ AÇTIĞI ODADAKİ BALMUMU HEYKELİ

Çıkışta yakınlarda bir kafede kahve içiyoruz. Bebek Emreler, Hasan Abiler, keyifle sohbet ediyoruz. Vakit gelince otobüsün yanına gidiyor ama herkesin gelmediğini görüp dışarda bekliyoruz. Bu arada Selçuk ve ben, üzerine yaslanmakla oturmak arasında bir şekilde durduğumuz, en az 30 yaşındaki kırık dökük arabanın sahibi tonton teyze tarafından Yunanca azarlanıyoruz. Selçuk’un anladığı kadarıyla “Bunun amortisörlerini Mercedes mi sandınız” demiş J “Signomi” diyerek kalkıyoruz, herkesin malı kendine kıymetli sonuçta.

Selanik’in sahilinde yer alan Beyaz Kule’ye varınca otobüsten iniyoruz. Kule, Selanik’in önemli sembollerinden biri, Kanuni döneminde yapılmış, insanın yanında kendini küçücük hissettiği oldukça yüksek bir yapı. Hem kulenin önünde hem de sahilde birkaç fotoğraf çekip otobüse geri dönüyoruz. Sonradan yaptığım araştırmalardan, kalenin en yukarısına çıkılabildiğini ve güzel bir manzarası olduğunu öğreniyorum. Yolumuz nasılsa tekrar Selanik’e düşecek diye üzülmüyorum.



BEYAZ KULE VE YANINDA KARINCA GİBİ GÖRÜNEN BİZ :)

Selçuk’tan otobüsün üst rafındaki mor çantamızı istiyorum, “Yok” diyor. “Nasıl Yok?” “Basbayağı yok!” Kısa süreli bir beyin fırtınasının ardından, valizlerimizin yanında duran mor çantamızı otelin lobisinde unuttuğumuzu anlıyoruz. Selçuk hemen rehberin yanına gidip durumu anlatıyor, nasılsa hala Selanik’teyiz, zaten küçük bir şehir, 5 dk uğrar alırız diye düşünüyoruz ama insanlıktan nasibini almamış rehberimiz, zamanlamayı bozamayacağını söyleyerek otele uğramayı reddediyor. Sağolsun, haftaya gelecek turla çantamızı aldırmayı teklif ediyor. Neyseki Temmuz ayında yeniden buralara geleceğiz, 1 ay kalsa sorun olmaz ama rehberin tavrına çok kızıyorum! Oteli arayıp valizin orda olup olmadığını soruyor, orda olduğunu söylüyorlar. 1 ay sonra geri geleceğimizi, o zamana kadar saklamalarını rica ederek konuyu kısmen de olsa tatlıya bağlıyoruz.



 YAZININ DEVAMI - KAVALA